28 Şubat 2010 Pazar

"Yunus Emre, Pessinus, Sivrihisar" Gezisi

Ankara ve yöresi, sınırlarında yaşayan insanlar tarafından nedense değeri ölçüsünde bilinmez. Hadi yazın Ege’ye, Akdeniz’e gitmek kaçınılmaz ancak şu mevsimde (Şubat 2010) kapalı ortamlardan, AVM’lerden uzaklaşıp 1-2 saat ötenizde tarih ve doğanın içiçe olduğu yakın çevremize neden gidemeyiz? Cevap herhalde sorunun içerisinde!! Bir günlük bu seyirdeki rotamız Ankara’nın batısına olacak. İlk hedef Yunus Emre külliyesi, ardından Mihalıççık ve Beylikova ilçeleri, nihai olarak Sivrihisar ilçesi ve hemen buranın yanıbaşındaki Pessinus antik kenti ya da diğer adıyla Ballıhisar. Yani Ankara’nın batısına doğru küçük bir kement atacağız.

Günlerden Pazar, dün hava şartları oldukça iyiydi ancak elde olmayan sağlık problemleri nedeniyle gezimiz bugün saat 10.00’a doğru başlıyor. Hava gökgürültülü sağanak yağışlı gösteriyor. Ama bu bizim için pek de olumsuzluk değil. Yağmurluk, şemsiye vs. eşyalarımızı alıyoruz. Gideceğimiz rota için araştırmamızı da yeterince yaptık. Sağ olsun bizden önce kısmen buraları işlemiş olan diğer bloglardan yararlanarak bölgeye ilişkin bilgiler elde ettik. Ne güzel ki gezi blogları bir yere yola çıkmadan önce en önemli veri kaynağı haline gelmiş durumda.

Mihalıççık ilçesi sınırlarındaki Yunus Emre Külliyesi, Ankara’dan sadece 150 km uzaklıkta. Buraya ulaşmak için önce Polatlı’ya geliyorsunuz. Ankara-Polatlı arası 77 km. civarında. Polatlı’yı geçtikten (Sivrihisar-Eskişehir yolu) 45 km. sonra da karşınıza çıkacak yol ayrımının sağ tarafında “Mihalıççık” ayrımını takip edecek ve buradan da 27 km. sonra Yunus Emre külliyesine varacaksınız.

Ankara-Polatlı yolunda hız kurallarına uymayan sürücüler için çok noktada radar kontrolü yapılıyor, çok da iyi yapılıyor. Zira bu ara yol, gerek şeritlerin fazlalığı gerekse asfaltının düzgün olmasından dolayı gereksiz hız yapılan bir yol.. Yolculuğumuz sırasında Polatlı’ya varana kadar şiddetli yağış hiç ara vermedi, neredeyse silecekler hiç durmadı. “Bu yaz Ankara su sıkıntısı hiç çekmeyecek” diye sevinerek yola devam ediyoruz ve Mihalıççık ayrımına geliyoruz. Takdir edersiniz ki gezginler için keşif şu anda başlıyor.

Yunus Emre- Mihalıççık Yol Ayrımı

Polatlı-Sivrihisar anayol ayrımından itibaren Yunus Emre beldesi ve külliyesi 27 km., Mihalıççık ilçesi ise 51 km. Yol, geniş değil ve gidiş-dönüş olmak üzere iki şerit. Yolun kenarlarında sadece buğday görebiliyorsunuz, bunun dışında ağaçlık alan fazla yok ve bitki örtüsü seyrek denebilecek dahi değil. Neden bitki örtüsü bu biçimde diye düşünürken peşpeşe mermer ocaklarını gördüğünüzde durumu anlıyorsunuz. Evet, bu yöre mermer madeni bakımından fazlasıyla zengin. Evinizde, işyerinizde vs. birçok yerde kullanılan mermerin doğadan nasıl elde edildiğini küçük oğlum ilk defa görmüş oldu. Sanıyorum çoğumuz da bilmiyordur. Çok basit bir anlatımla; karşınızda mermerden bir dağ var, yani dağın kütlesi mermer. Bu dağın üst tabakası toprak ve cılız bitki örtüsü ile kaplanmış ve kütlesi mermer. İşte çeşitli teknik vasıtalarla bu dağın kütlesini yani mermerini kesiyor, işleme tesislerinde biçimlendirerek satıyorlar.


Şiddetli yağmur biraz diniyor, hava hafif yağmurlu ve puslu bulutlar tepelere çökmüş durumda. İç kesime doğru ilerledikçe vadi yarıkları hemen göze çarpıyor ve ağaçsız çorak yolda ilerliyoruz. Mermer ocaklarının yanısıra taş ocakları da görüyoruz. Madenlerin etkisiyle arazi taşlık ve tarım bakımından nispeten elverişsiz hale gelmiş.. Yol ilerlerken, Karacakaya köyünün sınırlarında “Karacakaya Kral Mezarı” tabelasını gördüğünüzde Frig vadisi denilen bölgeye adımınızı attığınızı anlıyorsunuz. Frigler, milattan önce bu yörede hüküm sürmüş bir uygarlık. Meşhur, en bilinen kralları ise her dokunduğunun altın olmasıyla efsaneleşen Midas. Friglerin, Anadolu'ya gelen Balkan kökenli boylardan biri olduğu kabul ediliyor. Bununla birlikte Frigler, kendilerinden önceki Anadolu uygarlıklarından etkilenip, kendilerinden sonraki medeniyetlere de ışık tutan, özgün bir Anadolu kültürü oluşturmayı başarmışlar. İzleri ise hemen yanıbaşınızda Polatlı’da, Sivrihisar‘da, Eskişehir’de...

Çoğu nadasa bırakılmış ve bölünerek büyüklüğünü kaybetmiş buğday tarlaları arasında ilerliyoruz derken, yol kıvrımlı ve virajlı bir hale dönüşüyor ve etrafını da meşelikler beliriyor. Bildiğiniz üzere meşe sağlam-sert olur, odunu kalitelidir ve uzun süre yanar. Orta ve Batı Karadeniz’de sıkça görülen bu bodur ağaçlardan Mihalıççık yolu üzerinde fazlasıyla var, hatta bir ara karşımızda kış mevsiminden ötürü kurumuş meşeliklerin kapladığı bir dağ beliriyor. Ardından yolun iki kenarındaki Yayla köyü...


Köyün birkaç km. uzağında dik bir yamaçla birlikte yeni dikilmiş çam ağaçları karşınıza çıkıyor. Dağın kenarından yol açılmış ve toprak kaymasını açık bir biçimde görebileceğiniz virajlı-harika bir inişe geçiyorsunuz. Buradaki çamlar dikme-yetiştirme. Fazlasıyla emek harcandığı belli, gayet güzel bir biçimde teraslama yapmışlar. Gezgin yirmi sene sonra tekrar bu yoldan geçerse oluşacak büyük çam ormanının bugünkü ilk halini muhakkak hatırında tutacaktır.


Yunus Emre Kulliyesi
Hafif yağışla birlikte seyahatin ilk durağı Yunus Emre beldesi ve hemen bitişiğindeki Yunus Emre Külliyesine varıyoruz. Belde küçücük bir yerleşim. Adını aldığı Yunus Emre’nin külliyesini içinde barındırmakta ve demiryolu hattının (Sarıköy istasyonu) hemen yanı başında bulunmakta. Bunun yanı sıra beldenin çok yakınından güçlü Porsuk çayı geçiyor.


Yunus Emre; Tapduk Emre’nin öğreticiliğinde büyük mertebelere, ulaşmış tüm dünyanın itibar ettiği manevi bir şahsiyet. Türk kültürünün en önemli mihenk taşlarından olan bu değerli zat; eserleri, şiirleri ve düşünceleriyle hem yaşadığı devrin, hem günümüzün, hem de geleceğin en büyük değerlerinden biri. Anadolu’da Yunus Emre’ye ait olduğu varsayılan onlarca mezar/türbe mevcut. Ancak kanımca bu değerli zat’ın mezarının tam olarak nerede bulunduğundan çok, onun manevi değeri önemli. Bu nedenle benim için Yunus Emre’nin manevi değerini/fikirlerini hatırlamayı sağlayacak her mezar her türbe aynı değerde.

Yunus Emre’nin XIII. yüzyılın ikinci yarısıyla XIV. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı kabul ediliyor. Yunus için yakıştırılan sıfatlar onun bir filozof, tasavvuf eri ve üstün bir bilgin olduğu. “Risalet-ün Nushiyye” adlı meşhur mesneviyi yazan, Türk-İslam birliği düşüncesini, Allah sevgisini adıyla çağrıştıran Yunus Emre, Türk dili ve edebiyatı tarihinin en büyük şairlerinden biri.


Yunus Emre Külliyesi, az önce bahsettiğimiz üzere Yunus Emre beldesini yamacında ve Ankara-Eskişehir demiryolunun hemen kenarında. Büyük bir alanda kurulmuş külliye Kültür Bakanlığı himayesinde. Külliyenin geniş avlusunun girişinde hemen sağ tarafta Selçuklu–Osmanlı mimarisine uygun küçük bir camii var. Hemen yanında içine giremediğimiz bir müze ve onun yanında da kültür evi mevcut. Buradaki müze ve kültür evini gezmek mümkün olmadı ama beklentilerinizi çok da yüksek tutmanızı önermem. Küçücük binalar içinde belli sayıda eser bir araya getirilerek bu yapılar kurulmuş.


Girişin sol tarafında ilk önce 3. mezar/türbe olarak adlandırılan yapı beliriyor. Bu yapı yedi sütun üzerine kurulmuş, mermer tabaka ile işlenmiş bir mezar. Bunun ilerisinde 2. mezar bulunuyor. Bu mezar, önceki gibi anıt/türbe biçiminde olmayıp, baş kısmındaki mermerde “sevelim sevilelim” ifadesi ile dikkat çekiyor. Bu mezarın arkasından merdivenlerden inerek üçüncü mezara doğru yol alıyorsunuz. 3. mezar taşlardan örülmüş bir küçücük bir avlunun içerisinde tamamen zeminde yer alıyor. Avluyu oluşturan taşlar içerisinde antik değeri olabilecek malzemeler de kullanılmış.


Yunus Emre külliyesi oldukça ferah, genişçe bir alana yapılmış güzel bir yer. Gezilip, görülmeye değer. Ankara’dan yola çıkılıp 2 saat gibi bir mesafe sonrasında gelebileceğiniz bir yer. Tarihi ve kültürel değeri zaten çok yüksek, bunun yanı sıra havası, doğası burayı cazip bir yer haline getiriyor. Ancak benim için burayı değerli yapan ve tek günlük olsa dahi gelmenizi önereceğim husus şu: ne yazık ki yeni nesil yani çocuklarımız kendi tarihlerine karşı fazlasıyla bilinçsiz. Yunus Emre kimdir? Ne yapmış? Önemi ne? Kitaplardan öylesine okumuşlar ama bilmiyorlar. Şehir hayatı ve dinamikleri içerisinde de öğrenmeleri çok zor. İşte böyle bir gezi, bu saydığım olumsuzlukları giderip, öğrenme algısını açabilir. Lütfen çocuklarınızı AVM’ler yerine böyle yerlere getirin. Hem siz gezin hem de çocuklar zihinlerinde bu değerli insanlara karşı bir yer açsınlar.


Yunus Emre Külliyesi için internettten baktığınızda müze kartınız ile hafta sonu müze, kültür evi imkanlarından yararlanabileceğiniz göründüğü halde burada görevli filan yok. Sanıyorum, kimselerin gelmediği bu mekanda görevli de durmuyor. Yalnız hakkını vermeliyim ki caminin imamı bizimle ilgilendi. “Ankara’dan gelmişsiniz müzenin görevlisini hemen çağırayım” dedi, kendisine buradan tekrar teşekkürlerimizi sunarız... Kültür Bakanlığının son dönemdeki çoğu faaliyetlerini takdir eden biri olarak burayı görünce üzüldüğümü de ifade edeyim. “Daha ne yapsın, mekanlar oluşturulmuş, görevli atanmış, başını mı beklesinler” diye hiç söylenmeyin; gerekirse görevlinin başı da beklenecek. Buradaki lavabo ve tuvaletler 2 yıldır temizlenmemiş gibi. Hiç yakışmıyor hem de hiç.

Yunus Emre Külliyesi ile ilgili son yazacağım şey 6-10 Mayıs arasında burada bir takım etkinliklerin yapıldığı. Bir takım toplantılar, gösteriler vs.. ABD’lilerin böylesi bir değeri olsa sanıyorum üzerine yüzlerce tez yazılır. Biz de ise sadece birkaç kuru söz…

Tekrar yola koyuluyoruz, bu arada yağmur çok seyrek ancak fırtına başlıyor. Önce demiryolu raylarını aşıyor ardından Porsuk çayının üzerinden geçiyorsunuz. Friglerin “Tymbris” olarak adlandırdıkları Porsuk çayı aynı zamanda Porsuk ırmağı olarak da biliniyor. Porsuk çayının iki temel kaynağı var. İlki; Kütahya’da Dumlupınar’ın güneyinde Ahır Dağı’nın yamaçlarından doğan Bayatçık Deresi. İkincisi ise Uşak sınırlarındaki Murat Dağının kuzey yamacından inen Kızıltaş Suyu. İşte İç Ege’den doğan bu iki kaynak Porsuk çayını oluşturuyor ve sırasıyla Eskişehir ovasından, Eskişehir il merkezinden, bizim ziyaret ettiğimiz noktadan geçerek Sakarya nehri ile Yassıhöyük yakınlarında buluşuyor. Porsuk çayı üzerinde iki de baraj bulunuyor. Porsuk çayının kenarında ailecek foğraf çektirdikten sonra Mihalıççık ilçe merkezine yöneliyoruz.


Yunus Emre ile Mihalıççık arası 24-25 km kadar. Gitiikçe uzayan, düzgünce bir yol. Bu arada güneşte çıkıyor ve günün ilk güneşini arabanın içinde iyice hissediyoruz. Sağımız ve solumuzda geniş araziler var; buğday, arpa ve pancar. Isparta yöresinde hiç kaybolmayan sulama kanalları bu yörede ilk defa karşımıza çıkıyor. Sulama kanallarının olduğu yerlerde de tarımsal faaliyet başlıyor. Yol yavaşça tırmanmaya, arkanızdaki ovayı tepeden virajlar eşliğinde seyretmeye başlarken yağmur şiddetleniyor ve hava kapıyor. Çok geçmeden Mihalıççık’a varıyorsunuz.

Mihalıççık 3.330 nüfuslu küçükçe bir yer. Normalde kentler ardlarındaki dağ-tepelerin eteğine kurulur ya, burası biraz daha farklı olarak Sündiken Dağlarının güney doğusunun üstüne doğru yerleşmiş. Haliyle de şehir merkezi inişli-çıkışlı bir yer. Şehrin ismi, mihallı akıncıları olarak bilinen mihal oğullarının atası Köse Mihal’den geliyor. Anlatılana göre, yöredeki Rum beylerinden olan Köse Mihal, Osman Gazi ile savaşıp esir düştükten sonra yiğitliğinden dolayı serbest kalıp üstüne Osman Gazi ile dost olur. Köse Mihal’ın müslümanlığı kabul ettikten sonra ölmesinin ardından Orhan Gazi Mihalıççık ilçesini almış ve ilçe Mihal oğullarına dirlik olarak verilir. Mihalgazi’nin çocukluğu bu ilçede geçtiği için bu ilçenin adı “küçük” anlamına gelen Mihalıççık olarak kalmıştır.

Mihalıççık ilçesinin kuzeyi Sarıyar Barajı ve Nallıhan’a çıkıyor. İlçenin kuzeyi Gürleyik gibi harika bir su kaynağına ve yeşil bitki örtüsüne sahip. Sündiken dağlarının çevrelediği Mihalıççık’ta birazcık eğleştikten sonra Beylikova’ya doğru yöneliyoruz. Sündiken dağlarının eteğinde ilerlerken, Mihalıççık’ın çok bilinen kiraz ve elma bahçelerini sıra sıra görebiliyorsunuz. Bu kısımda toprak ve iklim meyveciliğin gelişmesini sağlamış. Meyve bahçelerini geçtikten sonra yolun sağında taşlarının örneği ancak bu yörede olan bir mezarlık bulunuyor. Halinden mezarlığın çok eski olabileceği fikri aklımızda yer ediyor. Meraklılarına duyurulur.

Mihalıççık ilçesinden 16 km sonra Beylikova yol ayrımına geliyorsunuz. Doğru giderseniz yol Alpu’ya çıkıyor. Beylikova’ya gitmek için sol tarafa dönerek 19 km. daha gitmek gerekiyor. Bu yolda göze ilk çarpan dümdüz bir ova. Her taraf buğday ve ortada ip gibi bir yol. Burası öyle bir ova ki ne eksen bitecek bir görüntüsü var. Kısa bir yolculuk sonrası kendimizi 3.700 nüfuslu Beylikova’da buluyoruz. Burası için yakıştırılan sıfat “süt diyarı”. Burası anayol üzerine kurulmuş nispeten hareketli bir yerleşim birimi. Buraların hayvancılık mekanı olduğu yol üzerindeki Balçıkhisar köyünden belliydi diyebilirim. Evlerin avlusu maşallah koyun ve ineklerle dolu. Bir de yol boyunca karşımıza çıkmaya başlayan tavuk çiftlikleri buraların bereketini gösteriyor. Beylikova’dan güneye doğru inmeye devam ettiğinizde 22 km sonra Eskişehir-Ankara yoluna çıkıyorsunuz ve yaklaşık 40 km. sonra da Sivrihisar’a ulaşıyorsunuz.


Sivrihisar merkezine girip hiç eğleşmeden gezinin ikinci temel ayağı olan Pessinus antik kentine doğru yol alıyoruz. Sivrihisar ile bir dönem Anadolu’nun merkez noktalarından biri olan Pessinus kentinin mesafesi 13 km. Yol gayet güzel, hiçbir sıkıntı yok. Pessinus antik kentinin üzerinde bugün Ballıhisar köyü bulunuyor. O nedenle haritalarda Pessinus ya da Ballıhisar olarak iki farklı adlandırma görebilirsiniz. Ballıhisar köyü, antik kentin üzerinde kurulmuş ve köyün her yanı antik eser.

Pessinus Antik kenti/ Bugünkü Ballıhisar Köyü

Burası açık hava müzesi biçiminde. Ancak diğer antik kentler terkedilmiş ve ıssız iken burada her tarafta köy sakinleri bulunmakta. Antik kentin yerleşimi ile köyün bugünkü yerleşimi paralel ve köyün her tarafında bir şeyler bulabiliyorsunuz. Öyle ki köylülerin bırakın evlerini, hayvanlarının ahırları için kullandığı avlular dahi eski dönemden kalma taşlar kullanılarak yapılmış. Her tarafta eskinin izleri, terkedilmiş mekanları var. Bir tarafta köy evi, hemen yanında antik çağdan kalan harabe yerleşim. Köyün ortasından geçen derenin kenarlarında antik kent döneminde yapıldığı belli taşlar/mermerler yer yer derenin kenarını süslüyor.


Bilinen en temel husus, Pessinus’un bir Frig kenti olarak anılması. Bazı kaynaklar bu kenti Friglerin kurduğunu ifade ederken bazıları ise şehrin kuruluşunu daha eski dönemlere bağlıyor. Dolayısıyla şehri kimin kurduğu konusunda tam bir uzlaşma bulunmuyor, ancak paragrafın başında yazdığım gibi Pessinus denilince akla ilk gelen Frig Uygarlığı dönemi ve burası ile ilgili bilgilerin Friglerden itibaren başlaması.

Pessinus kenti, Anadolu'nun ilk ticaret yolu olan Kral Yolunun da geçtiği kentlerden biri. Dolayısıyla bu kent ticari faaliyetlerin geliştiği bir yer. Ancak tarih sahnesinde Pessinus’u ünlü ve hatırı sayılır bir konuma oturtan özelliği dinsel bir merkez olması. Bilindiği üzere, Frig Uygarlığında ana tanrıça'nın ismi Kybele. Kybele'nin merkezi tapınma yeri ise sizlere anlatmakta olduğumuz Pessinus. O dönemin inancına göre, kentte bulunan ve Kybele'yi simgeleyen yapının/heykelin/tasın gökten geldiğine inanılırmış. Öyle ki Friglerden sonra Anadolu'da benzer birçok kent, çesitli kavimler tarafından yıkıldıgı ve yok edildiği halde Pessinus bu dinsel merkez olma özelliği sayesinde çok daha uzun süre ayakta kalmış. Rivayete gore, Pessinus şehri iyi zamanında 100.000 kişinin yaşadığı o döneme göre devasa bir şehirmiş.

Pessinus kenti, Friglerden sonra değişik kavimlerce ele geçirilip, değişik medeniyetlere şahitlik yapmış: Bergama Krallığı, Galatlar, Roma Dönemi, Bizans dönemi, Selçuklu ve Osmanlı dönemi. Pessinus’un en parlak dönemlerinden biri Bergama Krallığına bağlandığı dönem olarak kabul edilmekte. Bergama Krallığı, kente Grek stilinde mermer bir tapınak inşa ettirmiş ve bu tapınak, her yıl dini bayramlar yapılırken düzenlenen panayır şenlikleri ile kente büyük hareket katmış. Bu dönemde meclis binası, stoa, çarşı, yollar, kanal ve tiyatro güzel bir hale getirilmiş.. Galatlar döneminde kenti beş Frigyalı ve beş Galatlı rahip birlikte yönetmisler ve Pessinus dini bir merkez olma özelliğini devam ettirme gücü bulmuş.

Pessinus’un meşhur olmasında önemli olaylardan biri de şu: MÖ. 204 yılında Roma senatosu Pessinus’a elçiler gönderir ve ana tanrıça Kibele’nin gökten indiği varsayılan heykelini Roma’ya gönderilmesini talep eder. “Pessinus”lular bu teklifi kabul eder ve heykel Romaya gönderilerek orada yaptırılan gösterişli bir tapınağa konulur. İşte Pessinus bu tarihten itibaren müthiş bir üne kavuşur.

Pessinus, M.Ö.25’de imparator büyük Augustus zamanında Roma egemenliği altına girer. Bu dönem, kentin çok geliştği bir dönemdir. Kentin hemen ortasından akmakta olan su kanalı mermerlerle onarılarak iki yanı heykellerle süslenir ve burası adeta tören alanı gibi çok güzel bir görünüme sahip olur. Kent, kendi adına para basma imtiyazına sahip hale dahi gelir. Bizans dönemi ise artık şehrin gözden düşmeye başladığı, etkisini yitirmeye başladığı dönemdir. Yeni yapılar inşa edilmez, eskileri ise zarar görür. M.S. 800 yıllarından sonra ise şehir bütün özelliklerini yitirir ve hemen yanı başındaki Jüstinianapolis (Sivrihisar) artık dönemin baskın şehridir.

Bugün kentte tiyatro, tapınak, stadyum, su kanalı ve nekropola ait kalıntılar bulunmakta. Bunların hepsi de görülmeye değer. Antik kentte 1967 yılından beri arkeolojik kazıların yapıldığını öğreniyoruz. Kazıyı yürüten ve bugünkü kalıntıları tespit eden Belçikalılar. Kazıdan çıkan eserler Ballıhisar'daki müzede!! sergilenmekte. İşte bu nedenle ilk olarak müzeye doğru gidiyoruz.

Pessinus Açık Hava Müzesi!

Müze köyün kuzey kısmında. Müze dediğimize bakmayın. Küçük bir idari bina ve avluya yığılmış bir sürü antik eser. Zannediyorum her antik kent anlatımında bunları tekrar edeceğim, ama buradaki zenginliği ve terkedilmişliği beraber görünce insanın canı yanıyor. Bir tarafta harika, eşsiz ve çok değerli olan dönemin tanığı ve o döneme ışık tutacak yegane kaynaklar var; ancak diğer tarafta bunları sanki zorla ya da iş olsun diye buraya koymuş bir zihniyet. Eserlerin hepsi açık havada, çoğu kırılmış ve ya kırlmaya/hasar görmeye elverişli. Bir çoğu yağmur ve kardan küf tutmuş, üzerindeki yazılar okunmayacak hale doğru gidiyor. Çok mu zor buraya dört sütunlu en basit bir yapı inşa etmek ve bu değerli eserleri oraya taşımak ve koruma altına almak? Keşke biraz imkanım olsa ve buraya bir bina inşa ettirebilsem... Yerleştiği topraklar üzerinde kendisine bırakılan mirasa bu kadar hıyanet ediyor olmamızı kabul edemiyor insan.


Eskiden beri tarihi her eserin, çıkarıldığı yerde sergilenmesine taraftar biriyimdir, ancak gördüğüm bu olacaksa düşüncemi terketmeye hazırım. İyi ki burada köylüler var diye aklımdan geçiriyorum bir an, yoksa inanın burası çok kısa bir süre içinde talan olurdu. Bu müzede Pessinus’ta yaşamış bir çok uygarlığa ait eserler mevcut. Kazı alanında bulunan ve değeri önemli görülen her eser buraya taşınmış.


Müzede taş eserler fazlasıyla var. Üzerinde dönemin yazılarını ihtiva eden onlarca taş eser. Kimi kentin gösterişli sokaklarını süslü sütunları/parçaları, kimi şehrin itibarlı insanlarının evlerinden/saraylarından alınan parçalar, kimi ise su saklamak için kullanılan devasa küpler. Üzerinde aslan heykeli bulunan mermer işleme/stel zaten çok meşhur. Bu aslan heykelin önemli bir rahibin mezar taşı olduğunu öğreniyoruz. Yörede bolca bulunan mermer ve taş madenlerinin buraya getirilmesinde hiç problem olmamış anlaşılan.


Binanın hemen yanında bulunan ortasında aşk tanrısı Eros’u tasvir eden ve kenarları işlenmiş büyükçe taş kütle ilgimizi çeken bir parça oluyor. Bu parça zamanında şehir tapınağının girişindeymiş. Aşağıda yer vereceğimiz, “İmparatorluk Kültür Merkezi”nde aynısından bir tane daha gördük. Burada; gösterişli mermer lahit gibi, yukarıda bahsettiğim üzere su vb. şeyleri saklamak için kullanılan devasa küpler gibi onlarca eser görebilirsiniz.


Müzede gördüğümüz eserlerin çoğu pencere ya da kapı biçimindeki büyük taş kütleleri. Bunlar ne amaçlı olabilir diye düşünürken öğreniyoruz ki, burada yaşayan halk ölümden sonra dirilişe inandıklarından dolayı mezar taşlarını gördüğümüz üzere kapı ve pencere biçiminde yapmışlar. Buna göre her bir bölme bir anlam ifade ediyor. Üst sembollerden sağ taraf cinsiyet, sol taraf ise yaşı gösteriyor. Alt semboller ise kişinin mesleği ile alakalı. Örneğin aşağıdaki ilk fotoğrafa bakın. Bu bir mezar taşı ve taşın üst sağ tarafındaki sembolde yer alan çentik sağa doğru bakıyor. Yani bu mezar bir kadına ait (Haliyle çentik sola bakarsa kişi erkek oluyor). Mezar taşının üst sol tarafındaki sembole göre ise bu kadın 34 yaşında ölmüş. Çünkü, yaş için tam halkalar 10 yıl, yarım halka 5 yıl, çizgiler 1 yılı gösteriyor.


Kuzey Nekropolü ve Kentin Sokakları

Müzede bolca fotoğraf çektikten sonra, müzenin hemen üzerindeki tepeye çıkıyoruz. Belçikalıların yaptığı araştırmaya göre bu tepe kuzey mezarlığı/nekropolü. Burada biraz eğleştikten sonra kentin (ve haliyle şu anki köyün) iç kesimlerine ilerliyoruz. Köyün her tarafı tarihi eser, her yerede geçmiş dönemlere tanıklık etmiş taşlar var. Köydeki tüm yapılarda, bu yapıların duvarlarında hatta bahçelerin avlu duvarlarında bu taşlar kullanılmış. Yukarıda anlattığım üzere köyün ortasından geçen derenin/suyun kenarlarının mermerleri halen duruyor. Bir dönemin en ihtişamlı eserlerinin üzerinde yer aldığı mermerler hala orada.

Tapınak, Tiyatro ve Agora

Köyün dar sokaklarında ilerlerken Pessinus antik kentinin en merkezi noktasında buluyoruz kendimizi. Burası “İmparatorluk Kültür Merkezi” olarak adlandırılan ve içerisinde tapınak, tiyatro/kent meclisi, agora’nın yer aldığı antik kentin en merkezi noktası. Etrafı çitlerle çevrili. Kapısını açıyoruz ve içerlere doğru yürüyoruz. Bu arada Allah bize yardım ediyor ve Pessinus gezisi boyunca yağmur adeta duruyor. Tek engel çamur ancak ondan da hiç şikayetçi değiliz.

Frig uygarlığı ve Kybele kültürü işte tam burada. Kybele inanışının tapınağı, inşası itibariyle düşünebileceğiniz türden değil. Bu insanların ibadet etme yöntemleri nasıl acaba diyerek yola devam ediyoruz. Etrafı kat kat taşlarla örtülü, içe doğru uzanan bir yapı. Taş blokları oldukça yüksek ve geniş bir alana yayılmış.


Buranın hemen altında çok orjinal bir tiyatro mevcut. Anadolu’da bir çok büyük ve gösterişli tiyatro görebilirsiniz ancak buranın mimarisi ve -sanırım- kullanılış biçimi daha farklı. Basamaklar yükseldikçe yapının dikliği da artıyor ve karşınıza büyük olmayan ancak son derece heybetli bir tiyatro çıkıyor.


Gezmekte olduğumuz alan kentle ilgili tüm politik, ticari faaliyetlerin gerçekleştiği, kamu binalarının yer aldığı alan. Bunların hepsinin iyi bir biçimde ortaya çıkarılması mümkün olamamış ne yazık ki. Buna rağmen -alanın engebeli yapısı dahilinde- bir çok şeyi hissedebiliyorsunuz, daha doğrusu size ipucu veren bir çok şey ortaya çıkarılmış. Örneğin tiyaronunun hemen altında yer alan ve uzunluğunun ötelere kadar uzanabileceğini anladığımız kenarları sütunlarla çevrili bir yol görüyoruz. Alanın her tarafında kalıntılar var. Yine yukarıda tiyatronun hemen yanında bulunan ve altına taş/mermerlerin döşendiği yolu tespit ediyoruz..


Antik kent merkezinde bayağı bir vakit geçirdikten antik kent sokaklarına “Bizans Evleri” denilen ara sokaklara dalıyoruz. Burada her taraf kalıntı ile dolu. Günümüz köy evleri ile terkedilmiş geçmiş dönem evleri yanyana. Köyün her yanı kazı alanı. Terkedilmiş bir çok evi, avluyu geziyoruz. Ancak bunların hangi dönmelere ait olduğu sanıyorum tespit edilmeyi bekliyor.


Pessinus’tan ayrılırken girerken gördüğümüz güney nekropolünde bir kez daha duruyor ve çok eski dönemlerden günümüze ulaşan/antik mezar taşlarını bir kez daha çekiyoruz. Hava yavaşça kararmaya başlıyor ve biz Ankara’ya 1.5 saat uzaklıkta olan ve antik dönemin en önemli dini merkezlerinden sayılan Pessinus’u ardımızda bırakıyoruz.

Sivrihisar

Sivrihisar’a tekrar dönüyoruz. Eskişehir’in en büyük ilçesi burası ve Ankara’ya 120 km. uzaklıkta. Ege ve Akdeniz’e inerken daima yanıbaşından geçtiğimiz bu ilçemizi ilk defa göreceğiz. Nüfusu 10.600 olan bu şehir adını eteğine kurulduğu sivri kayalıklardan alıyor. Sivrihisar’ı geçerken hepiniz dikkat etmiş olmalısınız ki kent yerleşimi; dik, sivri ve girintili-çıkıntılı kayalıkların hemen altında yer alıyor.

Kentin Bizans dönemindeki adı Justinianapolis. İmparator Justinyen bu kenti yörenin dini merkezi haline dönüştürmüş. M.S. 800 yıllarında Sivrihisar, önce piskoposluk, sonra da metropolislik gibi makamlarla donatılmış. Öncelikle belediye ve halkı takdir ettim. Çünkü eski kent merkezindeki dokuya zarar vermeden yeni yerleşimi kentin güney kısmına kurmuşlar ve eski yapıyı hiç bozmamışlar. Ne kadar güzel...

Kümbet Camii

Tabelada yazan nüfusundan çok daha büyük bir yer olduğu izlenimi veren Sivrihisar, eski evleri ve daracık sokakları ile yürüyerek dolaşmaya son derece elverişli. Sokakların tamamı parke ile döşenmiş. Biz buralarda araba ile dolaştık ama dediğim gibi burası yürüyerek gezmeye çok müsait. Sivrihisar’da ilk olarak Kümbet Camii’ne uğruyoruz. Cami, Selçuklu Bahriye Nazırı Yunus Hoca adına ilk olarak 673 yılında yapılmış. Derli toplu ve küçücük bir cami burası, anayolun hemen kenarında Selçuklu mimarisinin Sivrihisar’daki izlerini gösteriyor. Kubbesi haliyle yakın zamanda inşa edilmiş.


Ulu Cami ve Seyyid Mahmut Hz. Türbesi

Tarihi çok eskilere dayanan ve bir çok uygarlığa yurt olmuş kentin içine doğru girerken karşımıza çok değerli bir hazine çıkıyor. Burası Seyyid Mahmut Hazretlerinin türbesi. Efendi Hz. Hüseyin’in torunlarından ve Anadolu’ya islamı yayanlardan. Türbe, avlusunda eskilerden kalma küçük bir de mezarlık var. Tekrar kenti dolaşmaya dönüyoruz. Ara sokaklarda kısa bir gezinti ve ardından “Ulu Cami’nin” yanından geçiyoruz. Burası Türkiye’nin en büyük camilerinden biri.


Sivrihisar Ermeni Kilisesi

Şehir gezintimiz bizi önceden tespit etiğimiz noktalardan biri olan Ermeni Kilisesine ulaştırıyor. Bu kilise, Ermeniler tarafından 1881'de yapılmış. Buraya ulaşmak için muhakkak birilerine sormanız gerekiyor, çünkü tabelalar yetersiz. Bizde bunu yaptık ve sağ olsun motorsiklet süren genç bir çocuk çeşmenin yanından dönmemizi söyleyerek bize yolu tarif etti. Aklınızda olsun, Sivrihisar merkezden batıya doğuya ilerlerken karşınıza çıkan ilk çeşmenin yanındaki daracık sokaktan yukarı doğru dönüyorsunuz, tahminen 70-80 mt sonra karşınızda bu denli heybetli olacağını düşünmeyeceğiniz bir kilise çıkacak.


Sivrihisar Ermeni Kilisesi olarak adlandırılan bu büyük yapı, taş malzemeler kullanılarak yapılmış. Kilisenin girişi batı kısmında ve üzerinde melek şekillerinin yer aldığı büyükçe bir kapısı var. Bu melek figürlerini çalmaya kalkışmışlar ancak başaramamışlar. Bu değerli figürler biraz hasarla bu girişimden kurtulmuş. Binanın ortasında büyük ve geniş bir kubbe olan binanın köşelerinde ise iki büyük çan bulunmakta.


Kilise şu an boş ve kuşlara ev sahipiliği yapıyor. Buranın kültür müzesi yapılması planları inşallah bir an önce hayata geçirilir. İçine girmeyi düşündük ancak mevcut yapının halinden ve yapının zarar görmesinden korkarak bunu yapmadık. Sivrihisar Ermeni Kilisesi, bu haliyle tarih severlerin beklentisini fazlasıyla karşılayacak bir mekan.


Sivrihisar Saat Kulesi

Havanın kararmasıyla birlikte artık son mekana, Sivrihisar saat kulesine gidiyoruz. gidiyoruz. Şehrin kuzeyindeki kayalık bir tepe üzerine kurulmuş saat kulesi l900 yılında yaptırılmış ve saati de o dönemde Avrupa’dan getirtilmiş. Kule 12 mt. yüksekliğinde ve üzerine Atatürk resmi yerleştirilmiş. Kuleyi saatin ilerlemesi ve oradaki köpeklerin de etkisiyle tam olarak gezmek mümkün olmadı ama sizlere tavsiyem; arabanızı aşağı bırakın, dar sokaklardan yürüyerek kuleye doğru çıkın ve eski bir yerleşimin taşıdığı tüm güzellikleri hissedin.


Dönüş Yolu Başlıyor

Evet artık hava karardı, Sivrihisar merkezde hemen Kümbet Camii'nin yanıbaşındaki Nasreddin Hoca pidecisinden bir şeyler alarak (ve bu yörenin etlerinin lezzetli olduğunu düşünerek, pidecinin hemen karşısındaki kasaptan biraz et ve sucuk aldıktan sonra) bu bir günlük kısa geziyi noktalıyoruz. Her biri Ankara’ya en fazla 2 saat mesafede bulunan Yunus Emre Külliyesi, Mihalıççık, Pessinus ve Sivrihisar’ı keşfetiğimiz bu gezinin yazıları ümit ederim ilginizi çeker ve sizlerde en kısa sürede yanıbaşınızdaki bu güzel yerleri en kısa sürede gezersiniz.

2 yorum:

  1. elinize ayağınıza sağlık ne güzel yapmışsınız daha da güzeli şahane anlatımınızdan ötürü de teşekkür ederim okurken yaşattınız bize, Dediğiniz gibi keşke insanımız daha fazla rağbet gösterse böyle gezilere. İnanın adını çok az kişinin bildiği pessinus antik kentinin fotoğraflarında yabancı turist görmek kendi milletim adına beni üzüyor
    yazılarınızın devamını bekliyoruz
    Saygılar

    YanıtlaSil